Yine ben, okuyup yazmadıklarımdan seçerek eklemeye karar verdim. Buraları toparlayana kadar biraz ortaya karışık olacak, idare edersiniz artık.Bugün bir çoğumuz gibi izinli olmanın aksine çalışanlardandım. Genelde pazarları çalışırım :) Bu arada şaka değil, pazar çalışmayı severim. Neyse konu bu değil; mağazaya gelen müşterilerden biri benimle özel konuşmak istediğini iletince kıramadım, kıramam da zaten. Konuyu geçelim arada söylediği o komik cümleyi paylaşmak isterim ; 'Ayyy sende nazar var tüylerim diken diken oldu.' Ne diyorsun ablacım :) Kimde nazar yok ?
Bugün herkesin paylaştığı o 'hoş geldin Aralık' cümlelerinin aksine aralık ayını neşeyle karşılayamadım, fırsat olmadı kusura bakmasın ama güzel gelsin güzellikler getirsin tabii ki.
Sizi biraz yaz mevsimine götürüp yıllık iznimde Ege'de okuduğum o tatlı kitabı anlatmak isterim.
Gülse Birsel: Beni Gözünüzde Büyütmeyin
Gülse Birsel'in zekasına hayranım. Haddim mi bilmem ama hayranım. Mizah zekanın getirisi bence, komik karakterlerin zekası bir başka geliyor bana, hayata bakışları, konuyu ele alışları. O yüzden onlara dair bir şeyler okurken dikkatimi hep biraz daha dinç tutarım, ne öğrensem kar.
Günlük konuşma diliyle sizi anlık dilimden çıkarıp başka konulara almış götürmüş, okumadıysanız okumalısınız derim. Kafanız şuan çok doluysa mesela, Gülse dağıtır.
Bu arada sabahları dağıtılan çorbadan bahsettim mi? Hayır. Çünkü ben de yeni öğrendim ama hafta sonu olmaması kendimi yine dışarda hissettirdi. Bir keresinde otobüs saatleri ile ilgili açtığım bir şikayetin geri bildiriminde 'istatistiklere göre o saat aralığında yolcu yetersiz' yazıyordu. İşten çıkıp mağdur olduğum saatte istatistiğe giremedim. Çorba olayında da öyle bir durum var sanırım. Hafta içi sabah erken saatlerde -kaça kadar emin değilim- Ümitköy metrosunun önünde çorba dağıtıyor başkanım da başkanım. Buna mutlu olmam saçma değildir sanırım. Saat 7:00'de o çorba nasıl iyi geliyor bir bilseniz.
Son olarak, en son söylediğim yarı karamsar konuyla ilgili olarak birkaç cümlem daha var. O konularda cümlelerim bitmez genelde ama olsun ara ara iliştiririm, fikirlerinize açığım.
Bazen kendimi aşırı yalnız hissederken bazen bir o kadar kalabalık oluyorum. Bazen tekim diye ağlarken bazen şükrediyorum yanımdakilere. Delirdim sanarken ne kadar güçlüyüm diye kalkıyorum ayağa. Bazen bir rüzgarla düşecek gibiyim bazen fırtınaya kafa tutacak kadar güçlü. Hepimiz böyleyiz, biliyorum yalnız olmadığımı. Biliyorum hepimiz bir şeylere kızarken bir şeyler içim gülümsüyoruz. Gülümsemek için kaç bahaneye ihtiyacımız var peki ? Mesela ben güldükçe, konuştukça iyi hisseden biriyim. Bazen 'çok' konuştuğum söylendiğinde alınıyorum bazen kendimle gurur duyuyorum. Çok konuştuğumu söyleyenlere vermek istediğim cevap 'bu daha hiç bir şey' iken, 'yok ya çok da değil' oluyor. Bazen kendimle ilgili açık ve net konuşamıyorum. Mütevaziliğin fazlası iyi değil derler ya, bendeki zirve hali. Aynen kardeşim çok konuşuyorum, dinlemek istemezsen lütfen dinleme desem mesela ? Gerçi biliyorum ki konuştuğum için seviliyorum, nasıl bir tezatlık değil mi ? Ayrıca insanların fikirlerini sormadan yorum yapması da kendisini beğenmişlik değil mi ? Sorduk mu ne düşündüğünü ? Veya senin ne düşündüğün benim için o kadar önemli ise bir saniye ben de bir kaç cümle kurmak isterim senin için. Böyle mi olmak lazım. Eleştiriye hep açık oldum, açığım ama bazen 'neden sürekli bana yorum yapılıyor?' diye de düşünmüyor değilim. Ama kendimden memnun olduğum için çok uzun süreli triplere giremiyorum. Hemen hareketli bir şeyler mırıldanıp kaldığım yerden devam ediyorum. Çünkü hayat o kadar uzun değil. Biz yarın yok gibi yaşamayı bazen istediğimiz yerden alıyoruz ama kırmamak, kırılmamak, sevmek, hissetmek, yaşamak için de yarın son gibi düşünebiliriz. Son zamanlarda kendimi sakinleştirme yöntemim 'Özgül sakin ol, buna yarın şu an kadar üzülmeyeceksin' oluyor. Çünkü zaman o kadar hızlı akıyor ki.
Sanıyoruz ki geçmeyecek, geçiyor. Geçmeyen şeyler var; özlemek gibi. Ama ona şuan girersem bu yazı sonsuza kadar sürer.
Sizinle konuşmayı çok seviyorum.
Sağlıkla...